Şafilik

 


Şafiilik

İmam-ı Şafi (Muhammed bin İdris bin Abbas) 767-820 Gazze doğumludur. Kahire’de vefat etti. Hanefilik ve Malikilik’in yaygın olduğu dönemde yetişmiş ve onlarda farklı usuller takip etmiştir. Böylece hem eksiklikleri hem de fazlalıkları görme şansına sahip oldu. ’Er-Risale’ isim kitabın yanı sıra 15’in üzerinde kitabı vardır. İmam-ı Maliki’nin öğrencisidir.

Şafiilik, Hanefilik’ten sonra en yaygın sünni mezheptir. Malezya, Endonezya, Yemen ve Doğu Afrika’da yaygındır. Ülkemizde ise Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaygındır.

Şafiilik’in temel kaynaklarına bakınca ikiye ayrılır: Birincisi direkt olarak İmam-ı Şafi’nin kendi kitapları, ikincisi ise talebelerinin birincil kaynakların üzerine kendi bilgilerini katarak oluşturdukları malzemelerdir.

Mezhep, Mısır, Bağdat ve Horasan merkezli yayılmıştır. Yayılmasında etkili olan en önemli iki faktör iyi yetişmiş fakihlerin verdikleri dersler ve bu fakihlerin devletlerde önemli idari görevlerde yer almasıdır. İmam-ı Şafi’den bir nesil sonra mezhepleşme başladı denebilir. Talebesi olan İbn Süreyc tarafından başlatılan bu süreç diğer talebelerin etkisi ve çabasıyla gelişimine devam etmiştir. Selçuklular döneminde Hanefilik güçlüyken ünlü vezir Nizamülmülk döneminde bir ara dönem yaşanmış ve Nizamiye medreselerinin kurulmasıyla birlikte Şafiilik, Irak ve Horasan’da güç kazandı. Genel anlamda şöyle bir sonuca ulaşılabilir: Şafiilik’in yayılma döneminde koşulların daha iyi olmasından kaynaklı kitaplaşma oranı daha yüksek oldu. Bu da Şafiilik’in temelini daha sağlam bir zemine oturttu.
İmam-ı Şafi, Hanefi ve Maliki’nin aksine ‘icma’yı ikinci dereceden kanıt olarak kabul etti ve nadiren başvurdu.
Mezhebin yayılma gösterdiği coğrafya genişledikçe kopukluk meydana geldi ve sonucunda da iki başlılık kaçınılmaz oldu. Bağdat’taki fakihin verdiği fetvaların Horasan’daki fakihin verdiği fetvalarla uyuşmayınca veyahut tam tersi durumlar yaşanınca ikilemlik meydana geldi. Bu durum tüm mezhepler için kaçınılmaz oldu. Zira coğrafi şartların ve kültürlerin bu meseleye ziyadesiyle etkisi oldu.

İmam-ı Şafi, kendi fıkhını bizzat talebelerine imla etti. Bazı kadim fikirlerini terk ettiği için bazı talebe kesimince kabul edilmemiş ve mezhepleşme sürecinde İmam-ı Şafi’ye ait bazı görüşler es geçilmiş ya da değiştirilerek kabul edilmiştir. Yani mezhepleşme sürecinde İmam-ı Şafi’nin etkisi bir hayli azaltıldı.

İmam-ı Şafi, fıkhını son dönemlerde hummalı bir çalışma ile ortaya koymak istemesinden kaynaklı birçok konuda üstünde durma ve tam olarak ele alma fırsatını kaçırmıştır. Bunun da üzerine İmam-ı Şafi, kendi fikirlerine hiçbir zaman noktayı koymayıp, ucunu her zaman açık bırakmıştır. Bunun da neticesinde ileride ortaya çıkacak mezhepleşme sürecinde kaynak gösterilme konusunda etkisi azaldı ve mezhebin şekillenmesinde talebelerin etkisi bir hayli artmıştır.

Sonuç olarak ulaştığım bilgiler neticesinde şunu düşünüyorum, İmam-ı Şafi her ne kadar mezhebin öncüsü kabul edilse de aslında böyle bir gaye içinde olmamıştır. Zira yaşadığı dönemden bahsederken Hanefilik ve Malikilik mezheplerin yaygın olduğu bir dönemde yetiştiğini ve her ikisinin de eksiklerini görme fırsatına nail olduğunu ve amacı bu eksikleri kendi fıkıhlarıyla doldurmak olduğu belirtmiştim. Ancak sonrasında farklılaşma başlayınca bir mezhep olması kaçınılmazdı. 


Yorumlar

Popüler Yayınlar